GARANAVİRÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Dünya da ‘Garana’virüs tek gündem oldu.

Geçen yılarda da ‘Kuş Gribi’,  ‘Domuz Gribi’ gibi virüsler belli bir zaman diliminde hem ülkemizde hem de dünyanın gündemindeydi.

Haberler, yorumlar öyle bir panik havası vardı ki; sanki dünya yok oluyordu.

Yine aynı durum.

Bir hekim arkadaşımla sohbet ettim.

Bu virüs hakkında ne söylersin diye de takıldım.

Kendisi de ağzında maske, gözünde kocaman bir gözlük, elinde eldiven bana mı bakıyor, havaya mı bakıyor tam göremeden dinledim. Çünkü gözlük nereye baktığını biraz gizliyor.

Bildiklerini sıraladı

Önce vücudun direnci kırılmayacakmış. Yani üşütmeyecekmişiz.

Evler çok sık havalandırılacakmış.

Temiz havada bulunmaya gayret edilecekmiş. (Egzoz gazı, fabrikaların bacasından çıkan dumanlar. Kalitesiz katı yakıt ve yanık yağ dumanları) Bunları nasıl yok edeceksek.

Eller sabunla çok sık yıkanacakmış. (Bence her gün beş vakit abdest alsanız )

Dışardan eve gelince önce tüm elbiseler çıkarılıp, pijama eşofman gibi ev kıyafetleri giyilecekmiş. Çünkü dışarıdan elbise ile gelen mikrop eve taşınıyormuş.

Eve girer girmez eller sabunla yıkanacakmış.

Dışarıda tokalaşma gibi hareketler yapılmayacakmış. Kalabalık ortamlar uzak durulacakmış.

Hele, hele eller yıkanmadan yüz veya gözle temas ettirilmeyecekmiş.

Gerçi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıkladığı 14 maddelik tedbir var ama ben yine de aldığım bilgileri paylaşayım istedim.

Yani panik yapma yerine tedbir alın deniliyor.

Üşütmeyin, vücut direncini kırmayın.

Gelelim malzeme ve ya ürün kazıkçılarına.

Bunların tefeciden farkı yok. Bunlar bizim insanımızın ruhunu taşımıyor.

Hatırlarsınız. Bizim Çanakkale Savaşı esnasında bizim bir hikayemiz vardı. Hepimiz ağlayarak dinlerdik.

Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü savaşa giden Mehmet Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmını Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay ’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcap eden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Ama fiyatlar pek fahişti. Ancak yapacak başka bir şey yoktu.

Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi yaşlı bir kaymakam olan Yarbay’a uzattı. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazır ol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi. “ Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :

“ Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok!...

Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı.

Hikayenin bundan sonraki bölümünü biliyorsunuz.

Allah’ım göstermesin bir harbe girsek bu karaborsacılar her halde bizi üzecekler.

Ama unutmayın o gün “ Bedeli Çanakkale de ödenecektir” nasihatinden sizde nasibinizi alırsınız.

Hepinize sağlıklı günler dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet TURAN Arşivi