Coronalı yaşam...

Çin’de başlayan ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan koronavirüs hepimizin hayatını altüst etti.

Sadece ülkemizin değil tüm dünyanın en önemli gündemi özellikle yaşlılarda ölüme daha çok sebebiyet veren yeni tip virüs.

Doğrusunu söylemek gerekirse ilk zamanlarda konuyu bu kadar çok ciddiye almadık. Çin’de yaşanan rahatsızlıklar ve ölümler sanki normalmiş gibi algılandı.

Virüs durmadı.

Yavaş yavaş diğer ülkelere de yayılmaya başladığında biraz dikkatimizi çekti.

Ama yine de ülkemizde herhangi bir vakanın tespit edilmemiş olması sanki bize uğramayacakmış rehavetiyle hareket etmemize neden oldu.

Sırasıyla Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, tüm komşu ülkelerde, İran, Yunanistan, Kıbrıs’tan ilk vaka haberleri gelmeye başlayınca işin çok ciddi olduğunu bir kısmımız anladı ve neler oluyor yahu demeye başladık.

Umre ziyaretlerinin yasaklandığı açıklandı.

Yurt dışından gelenler sıkı takip altına alındı.

Okullara ara verildi. Eğlence yerleri kapatıldı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bu süreçte ilk dönemden itibaren ekranların karşısına çıkıp vatandaşları bilgilendirmeye başladı.

Bakan Koca’nın ülkemizdeki ilk vakanın olduğunu açıkladığı 11 Mart, 22 Mart Pazar gecesine kadar geçen sürede vaka ve ölüm sayıları hızla arttı. Tespit edilebilen vaka sayısı bin 236’ya yükselirken ölenlerin sayısı ise 30’a ulaştı.

Öngörülere bakılırsa önümüzdeki bu hafta sonuna kadar bu rakamların 4-5 hatta daha fazla katlanacağı belirtiliyor.

Daha tam olmasa da şimdi ilk günlere göre daha panik ve işin ehemmiyetini kavramış durumdayız.

Ne var ki, ölenleri tamamına yakını yaşlı nüfustan oluştuğu halde “evde kal” uyarılarına rağmen görüyoruz ki dışarıda olanların çoğunluğu yine orta yaş ve üzeri vatandaşlarımız.

Bu virüsün şakasının olmadı aşikâr.

Kısa vadede soruna bir çözüm bulunamayacağını da çok iyi anlamamız gerekiyor.

Toplum olarak samimi ve birbirimize temas etmeyi, öpüşmeyi, kucaklaşmayı, seven bir milletiz.

Ancak bu samimiyetin başta orta yaş ve üstü olmak üzere birçok vatandaşın hayatına mal olacağını bilmeliyiz artık. Bu virüs canlı bedende yaşıyor. Yani insana yine bir başka insandan bulaşıyor. Bu nedenle birbirimizle teması kesmek zorundayız.

EVİNDE KAL TÜRKİYE’ nin açılımı şudur. Virüsün temas yoluyla başka başka insanlara ulaşmasının önlenmesidir.

Hastalığın yayılması durumunda bütün virüs bulaşanların aynı anda hastanelere başvurması durumunda sağlık sisteminin çökmesi demek. Tıpkı İtalya’da olduğu gibi.

Uzmanlara göre bu virüsle hepimiz etkileşeceğiz. Ama bu süreci daha kolay ve sağlıklı atlatmanın yolu panik yapmadan uzman görüşleriyle mümkün olacaktır.

İzolasyonda kal ki hastalık zamana yayılsın. Şunu da unutmayın ki size hizmet veren sağlıkçıların da en az yarısı covid-19 ile karşılaştıktan 5-14 gün sonra hastalanacak. O zaman size kim bakacak.

Sana EVİNDE KAL derken hastalığın yayılmasına sebebiyet verme denmek isteniyor. “Canım sıkılıyor” “camiler boş kalmasın” “ben zaten yaşlıyım daha ne kadar yaşayacağım” “nasılsa öleceğiz” “Allah korur bize bişey olmaz” diyenler.

Bu tercih sadece sizin hayatınızı değil herkesi ilgilendiriyor.

Hastalığın belirtilerinin ızdırabına katlanamadığın zaman hastaneye koşacaksın ya işte bu yüzden EVİNDE KAL evinde kal ki hastaneye gelme sürecin geç olsun, geç olsun ki senin ızdırabını dindirebilecek sağlıkçı, ilaç, malzeme, teçhizat bulabilesin.

Tüm sağlıkçılar hizmet vermek için kendini feda etmişken, Ölümü korkusuzca göğüslemişken senin can sıkıntınla baş edememen nasıl bir zafiyettir nasıl bir öngörüsüzlüktür, nasıl bir cehalettir.

EVİNDE KAL TÜRKİYE – SABRET – DİKKAT ET…


PANİK YAPMA…

Türkiye’deki Koronovirüs vakasının ilk açıklandığı gün millet büyük bir şok yaşadı.

Hani bize gelmez, teğet geçer anlayışına bir anda okkalı bir tokat geldi.

İlk tepkimiz ne oldu.

Elbette ki panik…

Marketlere koştuk alelacele.

Temizlik ürünleri reyonlarına saldırdık hemen. Kolonya stokları anında bitti. Eldivenler, ıslak mendiller, peçete, tuvalet kağıtları en çok satılanlar oldu.

Bu görüntüler sadece bizde değil gördüğümüz kadarıyla Avrupa ve süper güç ABD’de aynı.

Ertesi günlerde eczanelerde maskeler yok sattı.

Yine marketlerden kuru gıdalar, etler, sebze meyve stoklandı.

Hepsine eyvallah…

Lakin bu panik havasının hiçbirimize faydası yok. Aksine o panik havasıyla birbirimize daha çok temas ediyoruz ki bu daha riskli.

Üstelik kuru gıda bi yana bozulabilecek diğer ürünleri stoklamak israftan ve zarardan başka bir şey değil.

Unutmayın ki bu süreç üç-beş günde atlatılacak normale dönülecek bir süreç değil. Bu belli ki haftalar aylar alacak aylar bir durum.

Dolayısıyla günübirlik hesap yapmanın kimseye faydası olmaz...

Bu panik havası ancak üçkâğıtçılara, avantacılara, stokçulara yarar, size değil...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehdi DEMİR Arşivi