CİHAD-I MUKADDES

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasından üç hafta sonra, İstanbul’da büyük dini törenlerle Cihad-ı Mukaddes ilan edildi. 14 Kasım 1914’te tüm Müslümanlara hitaben bir bildiri yayınlandı. Bu bildiri din ileri gelenlerinin en önemlileri ve Halife sıfatıyla bizzat padişah tarafından imzalanmıştı.

Bu dini dayanışma çağrısı I. Dünya Savaşı ile bağlantılı gerçekleştirilen çok geniş kapsamlı bir toplumsal deneyim oldu. Bu deneyim tam bir başarısızlıkla sonuçlandı ve bu da hâlihazırda dinin kendiliğinden ve gönüllü yapılacak fedakârlıklar konusunda sadece kısıtlı bir saik olabileceğini ortaya koydu. Deneyimin uygun koşullar altında yapılmadığı bir gerçekti. Mesafeler büyüktü ve savaş bölgeleriyle haberleşme imkânı yoktu. Diğer bölgelerdeki sonuçlarda pek ümit vadetmiyordu. Cihad-ı Mukaddes’in İtilaf Devletlerinin sömürgelerinde pek etkili olmadığı hatta duyulmadığının en önemli kanıtlarından biri Büyük Britanya’nın Müslüman askerleri cephede Osmanlı’ya karşı kullanmasıydı.

Osmanlı’da cihad ilanından böyle zayıf bir sonuç alınması fazla hayal kırıklığına yol açmadı çünkü bundan beklentisi olan küçük bir azınlıktı. Bu azınlık bütün Müslümanları şeriatla yönetilen bir imparatorlukta birleştirecek evrensel bir dini idarenin hayalini kuran bir avuç insandan ibaretti. Bu kimseler Müslümanlar arasında milliyet ayrımı yapılmasına ve bunun sonucunda sınıf farklılıkları yaratılmasına özellikle karşıydılar. Dindar müminler olarak pek de nitelendirilemeyecek pek çok siyasetçi için cihadın iki anlamı vardı: Osmanlı’ya Almanların gözünde moral ve itibar kazandırması ve pek de haklı olarak, ülkedeki gayrimüslimlere doğal müttefikleri gözüyle bakan İtilaf Devletleri’ne bir nevi karşı propaganda oluşturması.

Halkın gözünde cihad o dönemin bitmek bilmeyen sokak gösterilerinden başka bir şey değildi. Fatih Camisi’nin avlusunda cihad ilanıyla biten yürüyüşe katılanların sayısı pek fazla değildi, ayrıca pek de istekli gözükmüyorlardı. Silaha çağrının bağımsız ve yarı bağımsız ülkeler olan İran, Afganistan ve Fas üzerinde pek de etkili olmayacağı biliniyordu. Bu ülkeler halifenin üstünlüğünü çok da tanımıyorlardı, aksi halde siyaseten de ona itaat etmeleri söz konusu olacaktı. Cihad tahmin edileceği üzere Şii Müslümanlar üzerinde de çok fazla etkili olmadı.

Gerçekte, cihad süresince Büyük Britanya tarafından başarıyla savunulan milliyetçilik ve yerel çıkarların Osmanlı tarafından saf dini duygulara hitaben yapılan çağrıdan daha etkili olduğu anlaşılacaktı. Büyük Britanya için fazla bir askeri tehdit teşkil etmezken, İngilizlerin Arapları kışkırtması savaşın daha ikinci yılında meyvelerini vermeye başlamıştı. İslam’ın dini merkezi olan Mekke bile İngiliz etkisi altına girmiş ve peygamber soyundan gelen Mekke emiri İtilaf Devletleri safına geçmişti.

Bununla beraber Panislamizm’in başarısızlığının yarattığı toplumsal değişiklikler son derece önemliydi. Panislamizm’in başarısız olduğu ortaya çıkar çıkmaz iktidardaki milliyetçiler karşı pozisyona geçmeye karar verdiler ve savaş hükümeti olarak sınırsız yetkilerini kullanıp birçok bakımdan dini dogmaların ülkeye dayatılması sonucunda oluşan atalete son vermeye karar verdiler.

  • Ahmet Emin Yalman’ın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye isimli kitabının 205-213. sayfalarından alıntı yapılmıştır.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi